© Sporanki 2010

ÖZEL | Engelleri aşan bir yolculuk...

Yarın 3 Aralık Dünya Engelliler Günü.
Birçok kişi için farkındalık günü olarak geçse de, bazıları için 3 Aralık hayatın ta kendisi…
Onlardan biri de Hamit Demir.
Sporanki.com’un köşe yazarlarından ve editörlerinden Burç Tuna, bu özel günde; azmiyle, inancıyla ve mücadelesiyle pek çok insana ilham olan Hamit Demir’le içten bir röportaj gerçekleştirdi.

Gazi Mahallesi’nin o eski günlerinden hatırlıyorum onu…
Küçüktü; mahalle arasında abileriyle birlikte sarı-lacivert formaların içinde bestelere eşlik eder, bir tebessümle etrafı izlerdi.
Çoğu zaman maçlara beraber gider, stadyumda aynı coşkuyu paylaşırdık.
O zaman kim bilebilirdi ki o çocuk, yıllar sonra hem milli sporcu, hem tiyatro oyuncusu, hem de engelli haklarının akademik savunucusu olacak…

 

– Gazi Mahallesi’ndeki o günlerden bahseder misin?
O yıllarda seni en çok etkileyen, sende iz bırakan şey neydi? Ankaragüçlülük senin için ne ifade ediyor? O günlerde spora dair hayallerin var mıydı, yoksa hayat seni yavaş yavaş mı o yöne çekti?

O zamanlar spora dair ilk ve tek bağım, dernekteki abilerimle birlikte mahallede yaşadığımız o Ankaragücü coşkusuydu. Volkan ve Oktay abilerle maça gitmek, tribünlerin heyecanını yaşamak, o atmosferin içinde nefes almak tarifsiz bir duyguydu.
Rahmetli Tufan abi, her zaman gülümseyen, bizi motive eden, o coşkunun kalbi gibiydi.
Ankaragücü sevgisi, çocuk kalbimde bir aidiyet duygusu gibi yer etmişti; o renkler bana hem cesareti hem de umudu öğretti.
O günlerde aslında spor yapabileceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu; tek hayalim, o coşkunun bir parçası olabilmekti.
Ama hayat, insanın hiç beklemediği anlarda yönünü değiştiriyor… Benim yolum da yavaş yavaş yüzme sporuna doğru açıldı.

– Bir zamanlar mahalle arasında top oynayan bir çocuk, bugün milli sporcu, akademisyen ve tiyatro oyuncusu. Kendine dönüp baktığında bu yolculuk sana ne hissettiriyor?

Bazen geriye dönüp baktığımda, o küçük çocuğu hâlâ karşımda görüyorum.
Zamanı gelince ortaya çıkacak hayallerin sessizce büyüdüğü bir çocuk o…
Bugün geldiğim noktada hissettiğim en güçlü şey, şükran.
Yaşadığım her zorluk, beni bugünkü ben yapan bir basamak oldu. Ve evet, artık kendimle gurur duyabiliyorum.

ANKARAGÜCÜ TARAFTARI

– Yüzme, karate, tiyatro… Farklı alanlarda var olmak çoğu kişi için zorlayıcıdır. Senin için bu çeşitlilik ne ifade ediyor?

Hayatımın her alanında disiplin ve sevgiyle var olmaya çalışıyorum. Elbette yorucu, bazen insanın iç dengesi bile şaşabiliyor ama bir yandan da inanılmaz bir tatmin veriyor.
Benim için spor, bir nefes; tiyatroysa bir başka türden özgürlük.
Hepsi, kendimi tanımamın bir parçası. Hepsi, beni ben yapan renkler.

 

– Seni en zor anlarında yeniden ayağa kaldıran şey neydi?

Hayatta bazen bedenin değil, ruhun yorgun düşüyor. İşte o anlarda inanç, insanı yeniden ayağa kaldıran en büyük güç oluyor.
Benim inancım, hiçbir şeyin imkânsız olmadığına dair.
Bir şeyler yapma isteği, üretme arzusu ve içimdeki o “başarabilirim” sesi… hep beni canlı tuttu, her defasında yeniden doğmamı sağladı.

 

– Yüzme ve karate branşlarında Türkiye’yi temsil ettin. Uluslararası bir müsabakada Türk bayrağını taşımak nasıl bir sana ne hissettirdi?

O anı tarif etmek zor… Şanlı bayrağımızı göndere çekerken içimde tarifsiz bir gurur, gözlerimde ise çocukluğumun bütün anıları canlanıyor.
O küçük çocuk için, o gün tribünlerde hayal kuran halim için yapıyorum bunu.
Bazen gerçekten kendimi bir süper kahraman gibi hissediyorum; çünkü o an, sadece kendi adını değil, bir ülkenin umudunu taşıyorsun.

– Engellilerin anayasal ve yasal hakları üzerine bir tez hazırladın. Bu konuyu seçmenin nedeni neydi?

Bu alan, benim için sadece akademik bir konu değil; yaşamın ta kendisi.
Toplum olarak bu konuda bilgi anlamında çok eksiğiz.
Ben kendi hikâyemi bu eksikliğin içinde büyüttüm.
Bedensel engelli biri olarak, bu alana hem katkı sunabileceğimi hem de çok şey öğrenebileceğimi düşündüm. Çünkü bilgi, bazen bir tekerlekli sandalyeden daha fazla yol aldırıyor insana.

– Tiyatro senin hayatında nasıl bir yer tuttu?

Tiyatro benim için bir nefes, bir sığınak.
Orada kim olduğun değil, ne hissettiğin önemli.
Sahneye çıktığımda bütün engeller kayboluyor; sadece ben ve hikâye kalıyor.
O an, hayatın tüm yükünü bir kenara bırakıp özgürleştiğim, yeniden doğduğum bir an oluyor.

 

– Toplumsal Uzlaşma Platformu’ndan aldığın ödül senin için ne ifade ediyor?

Aldığım bu ödül, bir başarıdan çok bir sorumluluk gibi geldi bana.
Artık hikâyemi daha çok insana anlatmam gerektiğini hissediyorum.
Engellilik, bir eksiklik değil; başka bir bakış açısı.
Asıl mesele, bu farkı görebilmek.
Toplumun da bunu anlayabilmesi için tek bir şeye ihtiyacımız var: zihnimizdeki tabuları yıkmaya cesaret etmek.

–  Yakın zamanda “Kim Milyoner Olmak İster” maceran oldu. Yarışmaya katılmak nasıl bir duyguydu?

O sahneye çıktığımda, heyecandan ellerim titriyordu ama içimde garip bir huzur da vardı.
Milyonlarca insanın başvurduğu bir yarışmada, kendi hikâyemle orada olmak benim için büyük bir gururdu.
Soruları geçtikçe sadece ödüle değil, görünür olmaya da yaklaştım.
Bir soruda yanlış yaptım, belki büyük ödülü kaçırdım ama hiçbir pişmanlığım yok. Çünkü o gün, ekran başındaki binlerce insana “başka bir başarı hikâyesi” gösterebildim.

– 3 Aralık Dünya Engelliler Günü temasıyla sorayım. Bu özel günde, farklılıkların ve dayanışmanın toplumdaki yerini nasıl görüyorsun?

Toplumumuzun bu konuda daha gidecek yolu var.
Hâlâ doğru sandığımız ama yanlış bildiğimiz birçok şeyle yaşıyoruz.
Birbirimize benzemek zorunda değiliz; farklılıklarımızla tamamız.
Engellileri ötekileştirmek yerine, toplumun içine, yaşamın her alanına dahil etmeliyiz.
Çünkü engelsiz bir dünya, sadece bizim değil, hepimizin yarınıdır.

Engellilerin birer birer kalktığı, başarılarla dolu güzel günler diliyorum.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER