© Sporanki 2010

Ankaragücü'ne İstiklal Madalyası verilmelidir...

Ankaragücü direnişin çekirdeğiydi. Karakolları, silah depolarını bastı, müfrezeler oluşturdu.. Cumhuriyet, Ankaragücü futbolcularının ateşlediği toplarla ilan edildi.

Ankaragücü'nün başından geçenler Amerika'da veya Avrupa'da herhangi bir kulübün başından geçse, şimdiye kadar yüzlerce film ve belgesele konu olurdu. Önce müsaadenizle bu hikayeyi toparlamaya çalışayım.

Geçtiğimiz günlerde Osmanlı'da Sosyalizm adında yeni kitabım çıktı. Bu kitapla ilgili çalışma yaparken, Osmanlı Devleti'ndeki ilk sendikal hareketler, ilk grevler hakkında da araştırma yaptım.

Osmanlı Devletinde -çağdaş anlamda- kurulan ilk işçi örgütü, 4 bini aşkın işçinin çalıştığı Tophane Silah Fabrikaları (İmalat-ı Harbiye)'nda 1895 yılında gizli olarak kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti. Bu Cemiyet bir müddet sonra feshedilmiş, bütün üyeleri bir yıl gibi kısa bir zamanda sürgüne gönderilmiş.

İmalat- Harbiye çatısı altında kurulan sendikalar, grevler vs. derken, karşıma bir de İmalat- Harbiye futbol kulüpleri çıktı.

İmalat-ı Harbiye ustaları Sanayi Mektebi'nden yetişiyordu. Sanayi mektepleri o zamanın makine mühendisliği fakülteleri ayarında eğitim kurumları.

Sanayi mektebi eğitimi sonrasında İmalat-ı Harbiye saflarında hayata atılan efendiler, bir yandan da o günlerin yeni modası futbolla ilgileniyorlar. İmalat-ı Harbiye fabrikalarının çeşitli kısımlarında (Tamir Atölyesi, Askerî Usta Mektebi, Top Dökümhanesi) futbol kulüpleri kuruluyor: Numune-i Sübyan, Gayret Gençlik, Besalet, Rehberi Sanayi Gücü, Tapa Gençlik..

Önce İzmir, daha sonra İstanbul ligi kurulmuş, müsabakalar başlamıştır. Fransız gözetmenlerin oluşturduğu lige, İmalat-ı Harbiye takımı da davet edilir. Ancak İmalat-ı Harbiye'yi tek takım temsil edecektir.

Aslında en akıllıcası da budur, İmalat-ı Harbiye'nin tüm kulüpleri bir araya gelmeli ve yeni bir kulüp oluşturmalıdır.

Bu amaçla adımlar atılır. Ancak, Ağah Orhan ve Şükrü Abbas meselesi çıkar. Aynı sınıfın iki seçkin öğrencisi olan Ağah Orhan ve Şükrü Abbas bir araya getirilemez.

Bu rekabet sona ermeyince iki ayrı kulüp kurulur. Ağah Orhan liderliğinde kurulan Altınörs İdmanyurdu, Şükrü Abbas liderliğinde Turan Sanatkarangücü. İki takım evraklarını da aynı gün mutasarrıflığa bildirir: 31 Ağustos 1910.

Altınörs İdmanyurdu - Turan Sanatkarangücü rekabeti yeşil sahalara da yansır, aralarındaki maçlarda mutlaka kavga çıkar, müsabakalar yarım kalır.

Lige katılmaları için gereken birleşme şartı hayal bile edilemez kadar uzaktadır.

Son bir çare denenir: Maçın ilk devresini Altınörs İdmanyurdu forması ile Altınörs İdmanyurdu futbolcuları oynayacak, yine bu takımın teknik heyeti kenardan yönetecektir. İkinci yarı ise tam tersi olacak, Turan Sanatkarangücü formalarıyla Turan Sanatkarangücü futbolcuları oynayacak, bu takımın teknik heyeti kenar yönetimini gerçekleştireceklerdir.

Bu esaslarda anlaşılır. Cum'a liglerine katılırlar. İlk maçı bu şekilde oynar ve Fenerbahçe'yi 3-1 yenerler.

İstanbul işgal altında

İstanbul’un işgaliyle birlikte Zeytinburnu’ndaki İmalat-ı Harbiye Tamir Atölyesi ile Tophane’deki Askerî Usta Mektebi ve Top Dökümhanesi dağıtıldı.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, İngiliz işgal kumandanlığının İmalat-ı Harbiye Tamir Atölyesi ile Usta Mektebi ve Top Dökümhanesi’nin kapatılma kararını İmalat-ı Harbiye Umum Müdürü Selahattin Adil Paşa’ya bildirmişti.

Selahattin Adil Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Manastır’dan okul arkadaşıydı ve sık sık gizlice görüşüyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul’dan Samsun’a hareket etmemişti. Selahattin Adil Paşa’nın Mustafa Kemal’in düşüncelerinden haberi vardı ve kendisi ile beraber hareket ediyordu. İngiliz işgal kuvvetleri kumandanlığının kapatma kararını mektep talebeleri ile İmalat-ı Harbiye ve Top Dökümhanesi mensuplarına bildirirken, mümkün olduğunca metanetini koruyarak renk vermemeye çalışmıştır.

Kapatma kararı bilhassa Usta Mektebi talebelerini çok zor durumda bırakmıştı. Talebelerden bir bölümü o tarihlerde henüz işgal edilmemiş olan Bursa’ya geçerek tahsillerini orada Muallim mektebinde sürdürmek istiyorlardı. Bu düşüncede olan talebelerden bir bölümü Bursa’ya geçmiş, Muallim mektebine yazılmışlardı. Büyük bir bölümü ise Selahattin Adil Paşa’dan aldıkları talimat üzerine İstanbul’da kalmış hatta futbol faaliyetlerini dahi sürdürmüşlerdi.

“İmalat-ı Harbiye Direniş Örgütü”

İstanbul’da kalanlar, Selahattin Adil Paşa ve Mustafa Kemal taraftarı diğer askerî erkân ile gizliden gizliye görüşerek durum müzakeresi yapıyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele'yi başlatma düşünce ve planından haberdar olan Selahattin Adil Paşa, İstanbul'da kalan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi talebe, atölye ve top dökümhanesi bölüm müdürleri, muallimleri, ustabaşı, usta ve işçilerinden oluşan bir mukavemet teşkilatı kurmuştu. Bu gizli örgütün adı “İmalat-ı Harbiye” idi.

İmalat-ı Harbiye mensuplarını örgütleme görevi Selahattin Adil Paşa'ya Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmişti. Selahattin Adil Paşa ile aynı teşkilatta görev yüklenmiş olan Eyüp Sabri Durukan da, Mustafa Kemal Paşa'nın Manastır'dan okul arkadaşı idi. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da yapmak istediklerinden bilgileri vardı. Onunla beraber hareket ediyordu.

Eyüp Sabri Durukan, İmalat-ı Harbiye mensuplarını örgütlemek, onlara Mustafa kemal Paşa'nın düşünce ve görüşlerini aşılamak maksadıyla Nuriosmaniye'deki büyük konağını Altınörs İdmanyurdu ve Turan Sanatkarangücü futbolcu ve mensuplarının hizmetine verdi. İmalat-ı Harbiye direniş teşkilatının çekirdeğini Altınörs İdmanyurdu ve Turan Sanatkarangücü futbolcuları oluşturuyordu.

Selahattin Adil Paşa İmalat-ı Harbiye direniş teşkilatında diğer örgüt arkadaşlarından da gizli ve takma isim ile faaliyet gösteriyordu. Genellikle Mustafa Kemal Paşa'dan aldığı direktifleri gizlice örgüte iletiyordu.

Osmanlı Bankası Müdürü, (sonradan Afyon milletvekili) Ermeni vatandaşlarımızdan Berç Keresteciyan ile İngiliz Ordusunda polis olarak görev yapan (yine Ermeni vatandaşlarımızdan) Pandikyan Benliyan da direniş teşkilatına gizlice istihbarat taşıyordu.

Karakollara ve silah depolarına baskınlar

İngiliz İşgal kuvvetleri komutanlığı, direniş örgütünün faaliyetlerini önlemek maksadıyla Anadolu yakasını savaş alanı ilan etmiş ve Türk askerlerinin bu yakada silahlı ve üniforma ile dolaşmasını yasaklamıştı. Birgün sabahın erken saatlerinde resmî üniforması ve silahı ile görevine gitmekte olan İmalat-ı Harbiye Ser Tabibi, İngiliz işgal kuvvetleri tarafından yakalanarak tevkif edildi.

Olayın duyulması başta İmalat-ı Harbiye direniş örgütü olmak üzere, diğer direniş örgütleri ve Mustafa Kemal yanlısı subaylar arasında tepki oluşturdu.

Askerî Fabrikalar Grubunda yer alan Silah Dairesi Müdürü Kolağası Ahmet Şefik bey, takım arkadaşlarından oluşturduğu bir müfreze ile karakola baskın vererek Ser Tabibi işgal kuvvetlerinden kurtardı.

İmalat-ı Harbiye direniş örgütü sonradan kendilerine katılmış olan Gürbüzler İdmanyurdu sporcularının istihbarat ve yardımları ile İngilizlerin Cibali'de Fransızların Cinci Meydanı'nda çöpçü ahırlarında bulunan depolarını basarak topladıkları top, silah, mermi ve diğer cephaneleri İnebolu üzerinden Ankara'ya gönderdiler.

İngiliz işgal kumandanlığı bazı Ermenilerin ihbarı ile Cinci meydanında bir evin alt katında kulüp lokali olarak kullanılan Gürbüzler İdmanyurdu lokalini bastılar. Baskından önce kulüp binasında toplantı halinde bulunan İmalatı Harbiye direniş grubu elemanlarından Dr. Naci Sualp, Dr. Bahaattin Şakir, Teğmen Hulusi ve emekli binbaşı Mazhar bey baskını haber alarak arka pencereden atlamak suretiyle kaçtılar. Böylece İngiliz ve Fransız birlikleri baskından eli boş döndüler. İngiliz ve Fransız birlikleri bu defa Altınörs İdmanyurdu Kulübü'nün Kazlıçeşme Ali Paşa Hanı'nın ikinci katındaki lokaline baskın düzenlediler. Başlarında bazı sivil ve muhbir Ermenilerin de bulunduğu İngiliz ve Fransız müfrezesi burada da kimseyi bulamadı ve kulübün emektar çaycısı yaşlı Hamdi Baba'yı alıp götürdüler (Hamdi Baba'dan o tarihten itibaren bir daha haber alınamamıştır).

Mahmut Nedim bey, Bahriye subayı (güverte yüzbaşı) idi. Bahriyelilere ait direniş örgütünde görevli idi. İmalat-ı Harbiye direniş örgütünün baskınlarından elde ettiği malzemelerin Anadolu'ya taşınması konusunda onlara yardımcı oluyordu. Kendisi de Camialtı'ndaki yabancı gemilerin toplarını söküyor, Anadolu'ya kaçırılması konusunda diğer görevlilere teslim ediyordu. Bir topun sökümü sırasında suçüstü yakalandığı için İngiliz kuvvetleri tarafından sorguya çekilerek ağır biçimde işkence gördü. İşkence sırasında aklını yitiren genç güverte yüzbaşısı Mahmut Nedim (As) fazla yaşamadı (MKE Ankaragücü kulübünün kalesini uzun yıllar başarı ile korumuş, faal futbolculuk döneminden sonra Kulüpte Genel Kaptan ve antrenör olarak görev yapmış olan Natık As'ın babası).

İmalat-ı Harbiye müfrezesi Anadolu'ya geçiyor

Cibali baskını sırasında deşifre olan İmalat-ı Harbiye direniş örgütüne mensup Ahmet Şefik, Teğmen Hulusi, Muharrem Ali, Süleyman Hüsmen, Topçu Mümtaz, Ali Tunalı, Kerim Fil, mühendis Veli (Eren), Kayserili Mehmet Nuri, Bingazili Osman Nuri, İhsan Ali (Tekvari), Burhanettin ve Cemalettin beyler ile 60 kişiden oluşan arkadaşları 1920 yılının Eylül ayı sonlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere bir müfreze halinde Adapazarı üzerinden Ankara'ya hareket ettiler.

Gündüzleri ormanlık bölgelerde gizlenip dinleniyor, geceleri ise Anadolu içlerine ilerlemek için yol alıyorlardı. 60 kişilik gruptan büyük bölümü hilafetçi kuvvetler ve Rumların oluşturduğu çeteler ile çarpışarak şehit oldu.

Kalanlar ise Kurtuluş savaşında çok önemli görevler aldı. Savaş bütün şiddeti ile sürüyordu. Düşmana kati darbeyi vurma zamanı gelmişti. Cephane ve erzağa ihtiyaç vardı.

Mustafa Kemal Paşa'nın 7 Ağustos 1921 günü yayınladığı "Tekalif-i Milliye Emirleri" (Millî Yükümlülük Emirleri) üzerine halkın elinde bulunan yiyecek stoklarının yüzde 40'ı, bedelleri sonra ödenmek üzere Ordu emrine verildi. Ayrıca halkın elindeki ulaşım araçlarının ayda bir defa 100 kilometreye kadar ücretsiz askerî eşya taşıması da emirnamede yer almıştı. Halkın elindeki silah ve cephane toplanarak kumandanlıklar emrinde depo edildi. Ayrıca civar köy ve kasabalarda yapılan çalışmalar sonunda silah yapımında kullanılmak üzere toplanan kapı, pencere, araba tekerleği ve benzeri gibi demirler ile giyecek ve yiyecek malzemeleri Ankara'da depo edilenler arasında büyük bir yekün tutuyordu.

Konya'ya nakli temin edilen erzak ve cephanenin yekünü 30 vagon kadar olmuştu.

Kolağası Ahmet Şefik ve arkadaşları Süleyman Hüsmen, Muharrem Ali Uslu, Osman ve diğerlerinden oluşan İmalat-ı Harbiye müfrezesi erzak ve cephaneleri vagonlara yükleyerek 10'ar vagonluk katarlar halinde Çay kasabasına taşımaya başladılar. İlk on vagonluk partiyi ikincisi, ikinci on vagonluk partiyi de üçüncüsü izledi.

Bu tarihte Garp Cephesi karargahı 24 Ağustos günü Akşehir'den Şuhut kasabasına taşınmıştı... Büyük Taarruz'un başlamasına iki gün kalmıştı.

Son 10 vagonluk partinin 24 Ağustos gününden önce Çay kasabasında bulunması gerekiyordu. Ankara'dan gelen emir öyle idi. Katar yola çıkmıştı. Katarın önü bir çoban tarafından kesildi. Kuşkulu ve tedbirli bir davranış içinde vagonlardan inen eli silahlı müfreze mensupları, çobanın ilerideki bir köprünün ateşe verildiğini bildirmesi üzerine aralarında kısa bir değerlendirme yaptılar. Değerlendirmede köprünün vagonları taşıyamayacağı sonucuna varıldı.

Zaman kaybedilmeyecek kadar değerli idi. Müfreze kumandanı kolağası Ahmet Şefik katarı süratle köprüye sürecek, kurtarabildiği kadar erzak ve malzemeyi karşıya geçirecekti.

Müfrezedeki subaylar vagonlara taksim edilmiş, arka vagonlardaki erzak ve cephane ön vagonlara aktarılmıştı.

Kolağası Ahmet Şefik'in kumandasındaki katarın makinisti Afyonlu Ahmet Zengin adında sanatkar bir asker idi.

Makinist Afyonlu Ahmet Zengin'den görüşü alınarak, lokomotif 500 metre geriye çekildi. Oradan tam sürat faryap yapılarak öndeki vagonların karşı tarafa geçmeleri sağlanacaktı.

Plan süratle uygulandı. Ancak üç vagon karşı tarafa geçirilebilmiş, köprü ile birlikte çaya uçan dört ve beşinci vagonlarda görevli Altınörs İdmanyurdu futbolcusu iki subay, öndeki son üç vagonu diğer vagonlara bağlayan kancayı çözerek vagonları kurtarmalarına rağmen, kendilerini kurtaramayarak vagonlarla birlikte çaya uçmuş ve şehit olmuşlardı.

Bu olaydan kurtarılan üç vagon 24 Ağustos 1922 günü Çay istasyonunda bekleyen irtibat subayına teslim edildi.

Erzak ve cephane katarı makinisti Afyonlu Ahmet Zengin not defterine şunları yazmış:

"Ben 23. fıkradaydım. Bir lokomotif 30 vagon ve 12 er ile cepheye cephane ve erzak taşırdım. Bunu nasıl yapardık, hangi koşullarda gerçekleştirirdik orasını hiç sormayın. Son seferimizde vagonların yedisi elli metrelik çaya uçmuş, bazı kumandanlarımız şehit olmuştu." (Cumhuriyet, 24 Ağustos 1985)

Tren kazasından iki gün sonra 26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük taarruz başladı. Büyük Taarruzda Müfreze Komutanı Kolağası Ahmet Şefik bey, diğer iki arkadaşı Muharrem Ali ve Süleyman Hüsmen gibi şehitlik mertebesine erişti.

Bursa İmalat-ı Harbiye grubu: "Kızlı Alay"

Yukarıda yazmıştık: İstanbul'un işgalinden sonra, İmalat-ı Harbiye'de okuyan talebelerden bir bölümü o tarihlerde henüz işgal edilmemiş olan Bursa’ya geçerek tahsillerini muallim mektebinde sürdürmek istiyorlardı. Bu düşüncede olan talebelerden bir bölümü Bursa’ya geçmiş, muallim mektebine yazılmıştı.

Bu arada Kemalettin Sami Paşa, kafkas cephesinden alınarak Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa'nın emrindeki Dördüncü Kolordu Kumandanlığı'na getirilmişti. Derviş Paşa, Kemalettin Sami Paşa'nın kumandasındaki suvari fırkasının kumandanı idi. 11. Fırka Kumandanı Kolağası Arif bey de Kemalettin Sami Paşa'nın emrinde idi.

Topçu Kolağası Arif bey işgal sırasında İstanbul'daydı. İmalat-ı Harbiye direniş örgütünün üst düzey yöneticileri tarafından Bursa'ya 11. Fırka'ya atanmıştı. Kolağası Arif bey Bursa'da daha önce İstanbul'dan tanıdığı İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi ve diğer silah arkadaşları ile temas kurarak İstanbul'daki örgüte paralel, burada da bir direniş örgütü kurmuştu.

Arif bey tarafından oluşturulan direniş örgütü Bursa'nın işgali üzerine silahlı bir fırka olarak mücadeleye katıldı. Arif bey fırkası Gediz, Geyve ve Altıntaş havalisinde Yunanlılarla, ayrıca hilafet kuvvetleri ve Anzavur kuvvetleri ile savaştı.

Bu fırkanın görevi, İnegöl yakınlarındaki Ahı dağını tutarak Anzavur kuvvetlerinin Afyon ve Kütahya civarındaki millî kuvvetlere baskın düzenlemesini engellemekti. Ayrıca Yunan kuvvetlerinin Bursa üzerinden ilerleyerek Kuvay-ı Milliye'yi arkadan vurmasına mani olmalıydılar.

Arif bey fırkasının çoğunluğunu Altınörs İdmanyurdu ve Turan Sanatkarangücü futbolcuları oluşturuyordu (bu futbolcuların büyük bölümü şehitlik mertebesine erişti). Fırka'nın daha da ilginç tarafı, 70. Alay Komutanı Albay Halit bey'in küçük kızı Nezahat (Beysan)'ın da bu fırkada bir asker gibi çarpışmasıydı. Yunanlılar müfrezeye "Kızlı Alay" adını takmıştı.

70. Alay Komutanı Albay Halit bey, eşini verem hastalığı nedeniyle kaybetmiş, küçük kızı Nezahat'ı Bursa'daki direniş örgütü lideri Arif bey'e emanet etmişti. Kolağası Arif bey Bursa'nın işgali üzerine Ahı dağı eteklerine çekilirken küçük Nezahat'ı da yanına almak zorunda kalmıştı. Arif bey, Nezahat'ın babası Albay Halit bey'e, sağ kalırsa kızı Nezahat'ı Ankara'da teslim etme sözü vermişti.

Küçük Nezahat Fırka ile birlikte gece takiplerine, baskınlara çıkıyor, tam bir asker gibi yaşıyor, sırası gelince nöbet de tutuyordu.

Mustafa Kemal Paşa'nın ziyareti

Mustafa Kemal Paşa yanında Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa olduğu halde Ahı dağındaki İmalat-ı Harbiye fırkasını ziyaret etmişti. Nezahat Beysan şöyle anlatıyor:

Birinci İnönü muharebesi başlamak üzereydi. Biz, Ahı dağı eteklerinde müdafaa durumundaydık Gazi, bir heyet ile birlikte Ahı dağını ziyaret etti. Çadıra girdiğinde beni gördü. Hayretle yüzüme bakarak, fırka kumandanı kolağası Arif bey'e "kim bu?" diye sordu, "ne arıyor burada?" dedi.

Fırka kumandanı Arif bey cevap verdi, "Efendim bu 70'nci Alay Komutanı Halit bey'in Harp Yaveri'dir."

Gazi, "nasıl olur" diyerek bana doğru eğildi, "kızım ne arıyorsun sen burada, ne yapabilirsin bu boyunla" dedi.

"Ben alayın kalesiyim. Askerler beni siperde ve önlerinde gördükçe hiçbirinin geri dönmesine imkan yoktur. Hepsini zapt ederim onların", dedim.

"Peki nereden öğrendin harp etmesini?" diye sorunca, "askerle birlikte talim yaptım, silah atmayı, kurşundan korunmayı da öğrendim" diye cevap verince, söylediklerim hoşuna gitmiş olmalı ki, saçlarımı okşayarak "sen bütün Türk kızlarına örnek oluyorsun" dedi.

Bu görüşme 1921 yılı Ocak ayında yapılmış. Mustafa Kemal Paşa'nın ziyareti bittikten sonra Nezahat'ın rütbesi Kolağası Arif bey tarafından onbaşılığa yükseltilmiştir.

Aynı günlerde (30 Ocak 1921 tarihinde) toplanan Büyük Millet Meclisi'nde, İzmit Milletvekili Hamdi Namık bey ile Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi tarafından Nezahat Onbaşı'ya "İstiklal Madalyası", "Mirimiran" (Tuğgeneral) rütbesi ve çeyiz verilmesi teklif edilmiş. Ancak daha sonra harbin çok çetin bir safhaya girmesi üzerine bu konu tekrar gündeme gelmemiştir.

Nezahat Onbaşı bu tarihte 12 yaşındadır. T.B.M.M. tarafından İstiklal Madalyası teklif edilen ilk kişidir. T.B.M.M. bu önergeyi alkışlar ve tezahüratlar içerisinde kabul etmiş ancak işleme koymamıştır (Nezahat Onbaşı İstiklal Madalyasını alamadı).

Büyük Taarruz sonrası Arif bey fırkasından öğretmen Naim Örsmen, Ayı Şakir Varyöz, Ertuğrul ve Bilal Bali Ankara'ya gelerek Ankaragücü Kulübünde futbol hayatlarını sürdürdüler.

Cumhuriyet'i onlar duyurdu

İmalat-ı Harbiye mensuplarının bir bölümü de cephe savaşlarında faaliyet gösterdi. Batarya toplarının başında bekliyor, subaylarından "ateş" emrini alınca düşmana ölüm yağdırıyorlardı. İstirahat verildiğinde ise yeşil sahadaki topun peşine koşuyorlardı.

Savaş sonrasında İmalat-ı Harbiye çalışmaları Ankara'da devam etti. Turan Sanatkarangücü ve Anadolu Sanatkarangücü (Altınörs İdmanyurdu Ankara'da bu ismi aldı) futbolcuları kıyasıya müsabakalar yapıyordu. İki Kulüp halen birleşmemişti.

Bir müddet sonra Anadolu - Turan Sanatkarangücü adı altında birleştiler.

29 Ekim 1923 tarihinde yeni bir görevle top bataryalarının başına geçtiler. Cumhuriyet ilan edilmişti ve bunun duyurulması gerekiyordu. Anadolu - Turan Sanatkarangücü futbolcuları Ankara kalesinden yaptıkları atışlarla Cumhuriyeti ilan ettiler.

100. yıl

İstiklal Madalyası kanunu 4 Nisan 1921 tarihinde yayınlandı. Oysa Nezahat Onbaşı'ya İstiklal Madalyası verilmesi bu tarihten çok önce, "30 Ocak 1921" tarihinde Meclis'e teklif edilmişti. Nezahat Onbaşı bu tarihte 12 yaşındaydı ve T.B.M.M. tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmek istenilen ilk kişidir. T.B.M.M. önergeyi kabul etmiş ancak işleme koymamıştır.

T.B.M.M. bu kanunla 95.261 kişiye İstiklal Madalyası verdi. Madalya alanlar arasında Nezahat Onbaşı yoktur.

Bir müddet sonra Millî orduda görev alan alay sancaklarına İstiklal madalyası verildi.

Daha sonra, 5 Nisan 1925 tarihinde Maraş'a, 9 Nisan 1924 tarihinde ise İnebolu'ya İstiklal madalyası verildi.

İmalat-ı Harbiye hem kurum olarak hem de futbol kulübü olarak Kurtuluş Savaşı'na katılmış, savaşta büyük yararlılık göstermiş, çok sayıda şehit vermiştir.

Kulübün Ankara'da gerçekleşen ilk kongresi "spor tarihi böylesini bir kere daha yazmadı" sözleriyle ifade ediliyor. Kongreye katılan delegelerin büyük çoğunluğu İstanbul'dan gelmişti.

1932 yılında kulübün ismi "Ankaragücü" olarak değiştirildi.

İstiklal Harbi'nin her safhasında görev yapan Ankaragücü bu sene 100 kuruluş yıldönümünü kutluyor.

Ankara milletvekillerini ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'na düşen görev, Ankaragücü'ne "İstiklal Madalyası" ve "Gazi" unvanını verilmesi için gerekli başvuruları yapmalarıdır.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER